Oğuzhan Kılıçarslan Makaleleri

Yaşam Nedir? Yaşamak İstiyorum!

Günlük hayatta yaptığımız pek çok şey artık olağan halde ilerlerken yaşama katabileceğimiz farklı anları hiç düşündük mü? Yada yaşamı yaşam yapan şeyleri yaşamak için neler yapmamız gerektiğini?

Şahsen yaşamdan en çok keyif aldığım anlar memlekette olduğum zamanlar. Hele bir de köyde ortam varsa beraber gezip , macera yaşayabileceğim arkadaşlar tamamdır.

İnsanoğlunun doğasından mıdır bilinmez yeşil ve mavi çeker sürekli. Her sene tatil izinleri iple çekilir. Nereye gitsek diye düşünürken hepimizin planları bambaşkadır. Kimimiz belli bir yöreyi mesken ediniriz ordan vazgeçemezcesine. Kimimiz ise her sene yeni bir yeri keşfetme gezme derdindedir. İmkanlara da bağlı olan bu seyahatler bizleri rahatlatacak , 1 senenin yorgunluğunu alacak bir yapıda geçer genelde. Amaç durduğumuz yerden uzaklaşmak , yeni ortamlar görmek , yeni insanlar tanımak , yeni tatlar almaktır.

Özellikle bulunduğumuz İstanbul gibi illerde yapamadığımız pek çok şeyi bu tatil yörelerinde yapabiliriz. Çünkü doğa ile iç içeyizdir. O yeşillik , temiz hava, temiz deniz… Alır götürür bizleri bambaşka diyarlara.

Hayatım boyunca yapmak istediğim şeylerin önceliği hep gezide olmuştur. Çünkü bunalırım bu dar sıkışmış betonların içerisinde.

Neden İstanbul’dayız. Yada kendinize yorumlarsak neden yaşadığınız yerdesiniz? Hepimizin çeşitli nedenleri var değil mi? En azından daha iyi bir yaşam koşulu çıkar her zaman öne.

O zaman başlamak istiyorum İstanbul’dan. Elbette yaşadığım ve ekmeğini yediğim şehre vefasızlık değil amacım. Fakat ruhumdan gelen özgürlük hissi beni sıkıştırıyor bu şehirde. Yaşam denilen şeyin tadını alamıyorum. Betondan çıkıp betona girmek ruhumu daraltıyor. Daha iyi yaşam koşulunu yüksek ücretlerde satın alarak kıt kanaat geçinmekten başka bir şey değil de nedir bu? Evet ayağımız çamura basmıyor , sırtımızda odun taşımıyoruz , odun kesip kaslarımızı yormuyoruz, nefes nefese ter içerisinde kalmıyoruz… Zaten tüm korkumuz vücut gücünü kullanarak yaşamaktan kaçmak değil mi? Değilse köylerimizde neden yaşamıyoruz? Yazdan yaza gittiğimiz memleketimizde yaptığımız işler neden zor geliyor?

Yaşama biraz duygusallık katarak bakmak gerektiğine inananlardanım. Yaşamdan korkarak değil tadını çıkararak yaşamak isteyenlerdenim. Belki de rahmetli Barış Manço’ya imrenmemin nedenlerinden birisi de budur. Günlük ve olağan yaşamda yemek ve kıyafet konularında o kadar seçici olmam yeri geldiğinde , bu konularda da elim tutumludur. Fakat gezme denildiği zaman o tutumluluğu biraz daha gevşetebiliyorum. Boşuna dememişler “Seyahat et sıhhat bul” diye. Bende seyahat edip sıhhat bulanlardanım. İnanıyorum ki pek çoğumuz da öyleyiz.

Gezi yapmak ve göç etmek insanoğlunun çehresini değiştirmiş nesiller boyunca. En basitinden Peygamber efendimiz (s.a.v.)‘ in bile hicret etmesi buna işaret değil mi? Bizlerde hicret ettikçe değişik ruh hallerine bürünmüyor muyuz? Elbette konular arasında zorunluluk ve keyfiyet gibi ayrımlar bulunuyor. Fakat az önce de yazdığım gibi ‘Seyahat et sıhhat bul’ lafının doğruluğunu her sefer yaşıyorum.

Tüm bunları sorgulayarak yaşamanın tadını alabileceğim şeyleri tesbit ettim birer birer. Müsadenizle başlamak istiyorum.
Dümdüz bir başak tarlası düşünün. Sapsarı başakların içerisinde alabildiğince bir uzunluk. Rüzgarın hafiften estiği , güneşin yakmadığı, bulutların gökyüzünde dans ettiği bir doğayı. Saçlarınızın dağılacağını, yorulacağınızı düşünmeden gülümseyerek koşabildiğiniz kadar koşmak, gözlerinizi kapayarak rüzgarın o başakları okşamasını dinlemek…
Hiç deniz kenarında bir çadırda konakladınız mı? Şahsen bende yapmadım ama benzer bir şeyi fındık harmanında yaşadım 🙂 Öncelikle çadırı düşünelim isterseniz. Gün batmaya başladı. Güneşin batışını ve vedasını izliyorsunuz. Rüzgarın coşturduğu dalgalar öylesine güzel vuruyor ki kumsala dalgaların sesleri sizi alıp götürüyor hayallere. Gece havanın kararmasıyla biraz daha kuvvetlenen rüzgarla beraber, kumsalda yaktığınız ateşin başında ısınmanın verdiği keyifi. Rüzgarın yellendirdiği ateşin kumsal üzerindeki gölge oyununu. Gökyüzüne baktığınızda milyonlarca yıldızı görebilmeyi. Gece uyumaya çalıştığınızda rüzgarın dövdüğü çadırın yalpalanma sesini. Hoş değil mi?

Benzerini köyde yaşadım bu sene, öylesine bir güzel duygu ki yaşam budur işte. Fındık korumak için çıktığımız araba yolunun olduğu yer bir dağın yamacında. Öylesine güzel bir yel esiyor ki anlatılmaz. Yüzlerce ağacın yaprakları o yel ile dans ediyor, şarkı söylüyor. Bir yandan yanımızdaki çeşmeden şırıl şırıl gelen suyun sesi. Kulaklarımızda ayrıca rüzgarın uğultusu. Önümüzde yanan ateş ve ateşin rüzgarla dansı sonucu oluşan gölgesi. Ara sıra çıkan yanma sesleri. Gökyüzünü izliyoruz milyonlarca yıldızı. Bir yandan gelen cırcır böceklerinin sesleri. Hafiften de açmışız slow bir müzik. Var mı daha ötesi?

Deli gözüyle bakarız değil mi çılgınlıklar yapanlara? Oysa yaşayan onlardır bilemeyiz pek çoğumuz. Bisikleti ile Avrupa’dan gelip Uzakdoğuya giden Turistleri görmüşsünüzdür Karadeniz sahil yollarında. Peki yamaç paraşütü yapıp, kendisini o boşluğa bırakıp, rüzgarla uyum içerisinde yaşamanın tadını çıkaran insanları? Adrenalini hissetmek için ayaklarından bağlanarak köprüden atlayanları? Azgın sularıyla meşhur nehirlerde kano ve rafting yarışı yapanları? Tonlarca kar üzerinde kayak yapan insanları?
Yağmurda ıslanmayı düşünmeden o taneleri yüzünüzde hissetiniz mi hiç? Saçım dağılacak diye düşünmeden arabanın camını açarak rüzgarı teninizde hissetiniz mi? Üzerim kirlenecek diye düşünmeyip çamurlu topraklı yollarda dağlara tırmandınız mı? Yanar mıyım diye korkmadan ateş üzerinden atlama yarışlarına katıldınız mı? Üşürüm diye düşünmeden hiç gece dışarıda konakladınız mı?
Yaşam nedir? Bir adım attığında otantik evinde olmak , bir adım attığında doğanın her yönünü görebileceğin dış ortama çıkabilmek , o tertemiz kokan havayı çekip, buz gibi bedava suyu içip , tarlandan mis gibi taze sebze ve meyveni almak , rüzgarı hissetmek , geceleri milyonlarca yıldızı görebilmek , gecenin ayazını teninde hissetmek , kısık sesli slow müzik ile gecenin duygusallığını yaşamak, dereden ve çeşmeden akan suyun , rüzgarın şırıldattığı yaprakların ve ağaçların sesini dinlemek, dışarıda yaktığın ateşin rüzgarla dansını izlemek…

İstanbul’da yapabiliyor muyuz bunları? Arkadaşlar arası akrabalar arası köydeki gibi gidip gelmeler sık sık oluyor mu? İyi yaşam koşulu sandığımız bir hayat içerisinde kopuk ve huzursuz bir yaşam değil mi bu yaşadığımız?

Tek korkumuz ne biliyor musunuz? Vücut gücünü kullanarak doğanın içerisinde çalışarak yaşamak. Odun kesmekten , tarla kazmaktan , çamura basmaktan , üşümekten , taşımaktan korkuyoruz. Çünkü rahata alışmışız, alıştırılmışız…

Kısacası ben yaşamak istiyorum. O duygusallığı yaşamda hissedip, doğanın içinde huzuru bulmak istiyorum. Hayatım boyunca bunun mücadelesini verdim vermeye de devam edeceğim. Biliyorum ki bu hayat koşulları içerisinde tüm bunları başaramazsam o doğanın ve huzurumun içerisinde belki dünyada değil ama yaşayabileceğim iki karış toprağım olacak…

Hep beraber yaşam bitmeden, yaşam sandığımız şeyleri sorgulayarak gerçek yaşamı bulup onun içerisinde yaşamak ümidiyle…
Saygı ve sevgilerle…

Bir önceki yazımız olan Köylü ve Gurbetçi Arasında Anlayış Sorunu başlıklı makalemizde Köşe Yazısı, Köylü ve Gurbetçi Arasında Anlayış Sorunu ve makalesi hakkında bilgiler verilmektedir.